3 Ocak 1934 tarihinde İzmir’de toplanan Baro Başkanları ve Baro temsilcilerinin gerçekleştirdiği toplantıda Baroların bir çatı altında toplanması düşüncesi benimsenmiştir. 1969 yılında gerçekleştirilen toplantıyla Türkiye Barolar Birliği kurulmuş ve ilk toplantısında “her yıl Avukatlar günü yapılması” kararı alınmıştır.
Türkiye Barolar Birliği’nin 15-16 Mayıs 1987 tarihinde Tekirdağ’da yapılan Genel Kurul Toplantısı’nda her yılın 5 Nisan gününün Avukatlar Günü olarak kutlanmasına oybirliği ile karar verilmiştir. Bu tarihten itibaren de her yıl Türkiye Barolar Birliği ve il barolarının düzenlediği etkinlikler çerçevesinde 5 Nisan, Avukatlar Günü olarak kutlanmaktadır.
Avukatlık savunmanın, savunma da yargılamanın temel bileşenlerindendir. Dolayısıyla avukatlık sadece bir meslek değil, aynı zamanda vatandaşların ve hukuk devletinin teminatı niteliğindedir.
Ancak yaşanan gelişmeler nedeniyle avukatlık mesleğinin icrası gibi avukatlar gününün kutlanması da imkansız hale getirilmektedir.
Bu gelişmelerden en dikkat çekicisi ise 20 Mart 2018 tarihinde yaşanmıştır. Avukatların yargılandığı davada, İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 18 meslektaşımız hakkında 3 yıl dokuz aydan 18 yıl dokuz aya kadar varan hapis cezaları verilmiş, iki meslektaşımız hakkındaki dosya ise tefrik edilmiştir.
Avukatlar günü vesilesiyle avukatların hukuka aykırı şekilde mahkum edildiği yargılama ve davanın sonuçları hakkında görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşmayı sorumluluğumuz sayıyoruz.
Söz konusu davada yargılanan meslektaşlarımızdan bazıları yaklaşık bir yıldan fazla tutuklu kalmış, 14.09.2018 tarihli oturumda tahliye edilmelerine karar verilmiştir. Mahkeme bu kararında, tutuklamanın tedbir olduğuna değinmiş, insan hak ve özgürlüklerinin korunması hakkındaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına atıf yaparak tutukluların özellikle avukat olmasını göz önünde bulundurmuştur. İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu kararına İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın itirazıüzerine, aradan henüz 10 saat dahi geçmeden, aynı heyet 15.09.2018 tarihinde, itirazı kabul ederek, 12 avukat hakkında verdiği tahliye kararını kaldırmış ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda tanımı olmayan “tutuklamaya yönelik yakalama” kararı vermiştir. Halbuki geçen bu süreçte Mahkeme heyetinin tahliye kararına dayanak olarak gösterdiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında ya da sanıkların avukat olma durumlarında bir değişiklik meydana gelmemiştir.
İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri verdikleri ve sonradan geri aldıkları tahliye kararlarından sonra dağıtılarak başka mahkemelere tayin edilmişlerdir. Görev yerleri değiştirilen mahkeme heyetinin yerine, soruşturma aşamasında tutuklama kararı veren hakimler İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesine atanmıştır.
Yeni Mahkeme heyeti ile başlayan celselerde sanıklara karşı “ön yargı” ve adeta yargılanan sanık avukatlara karşı gösterilen “düşmanca” tutum ve davranışlar Baro Başkanları ve müdafiler tarafından dile getirilmiştir. Sanık müdafilerinin, sanıkların duruşmada hazır edilmelerine yönelik kişi özgürlüğü ve güvenliğiyle bağlantılı birçok talebi hukuka aykırı şekilde reddedilmiş, bunun üzerine gerçekleştirilen reddi hâkim talepleri de reddedilmiştir. Mahkeme heyeti gizli tanık beyanlarına ve sahte olduğu ifade edilen belgelere dayanmıştır.
Kovuşturmanın genişletilmesi taleplerini bildirmeleri için bir sonraki celseye kadar savunma makamına süre verilmiş ancak savunmanın hiçbir şeyi değiştiremeyeceği gibi zımnî bir kabulle, dava dosyası Savcılığa gönderilerek “esas hakkında mütalaa” talep edilmiştir. Görevli savcının mütalaa vermemesi üzerine mahkemece mütalaa talebi yenilenmiş, bu talebin, duruşma savcılığınca yerine getirilmemesi üzerine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca duruşma savcısı değiştirilmek suretiyle, yeni görevlendirilen savcı tarafından mütalaa verilmesi sağlanmıştır.
18 Mart 2019 günü başlayan celsede Mahkeme Başkanı ilk iş olarak, sanık müdafilerinden esas hakkındaki mütalaaya karşı son savunmalarını sormuştur. 16 Baro Başkanı ve Türkiye Barolar Birliği Heyeti ile sanıklar ve müdafileri bu tutuma karşı itiraz etmiştir.
Mahkeme heyeti müdafilerin kovuşturmanın genişletilmesi hakkındaki taleplerinin, “makul sürede beyanda bulunulmadığı” gerekçesiyle incelemeden on beş dakika içinde reddine karar vermiştir. Halbuki ceza muhakemesinin amacı insan hak ve özgürlüklerine saygılı bir şekilde maddi gerçeğe ulaşmaktır. Mahkeme maddi gerçeğe ulaşmaya çalışmak yerine sanıkların taleplerini makul sürede beyanda bulunulmadığı gerekçesiyle reddederek, ceza yargılamasının doğasıyla bağdaşmayan bir karara imza atmıştır.
19 Mart 2019 tarihli celsede sanıklar ve sanık müdafileri Mahkeme heyetini reddetmişlerdir. Duruşmada söz verilen sanıklardan Av. Selçuk Kozağaçlı, “Arama tutanağında yer almayan delillere dayalı olarak yargılama yapılmaya çalışıldığını, 20’yi aşkın belgenin sahte olduğunu, sahte belgelerle karar verilemeyeceğini, hakimlerin devletin emrinde ve devlet erki içinde yer aldığını fark ettiğini; ama, bu erkin yargı erki olmadığından emin olduğunu, bu sebeple hakimleri reddettiğini” ifade etmiştir. Bunun üzerine Mahkeme heyeti Başkanı; sanıkları duruşma salonundan atmış, gösterdikleri protestolar nedeniyle sanık müdafilerinin, dinleyiciler de dahil olmak üzere duruşma salonundan çıkarılmalarına karar vermiştir.
20 Mart 2019 tarihli celsede Mahkeme Heyeti tarafından savunma alınmadan ve sanıklara son sözlerini sorulmadan hakkında mahkumiyet kararı verilen sanıkların ve dinleyicilerin gıyabında boş duruşma salonuna mahkumiyet hükmünü açıklanmıştır. İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi tutuklu sanıkların tutukluluk haline devam kararı vererek sanık avukatlar hakkında gizli tanık beyanlarına ve sahtelik iddiası altındaki belgelere dayanarak 3 yıl ile 18 yıl arasında değişen ağır hapis cezalarına hükmetmiştir.
Türkiye’de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yargılamalara çok kez rastlanılmışsa da böyle bir “yargılamaya” tarihte ilk kez tanık olunmuştur.
Bu yargılama sonucunda;
- Avukatlığın yargının önemli bir bileşeni olduğu göz ardı edilmiş, avukatlar dahi temel yargısal güvencelerden faydalandırılmadan mahkum edilmiştir.
- Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer alan yargısal güvenceler yok sayılmış, polis fezlekeleri adeta mahkeme kararı haline getirilmiş, sanıkların yargı teminatı tamamen ortadan kaldırılarak adil yargılanma hakları ihlal edilmiştir.
- Birleşmiş Milletler Avukatların Rolüne İlişkin Temel İlkeler Bildirgesi (Havana Kuralları) ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Avukatların Mesleklerini İcra Etme Özgürlüklerine İlişkin Bakanlar Komitesi Tavsiye Kararı ile garanti altına alınan avukatlık güvenceleri ihlal edilmiştir.
- 14 Mart 2019 tarihli Türk Yargı Etiği Bildirgesi’nin birçok maddesinin Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından Resmî Gazetede yayımlanmış olmasından birkaç gün sonra ihlaline tanık olunmuştur.
Yargının içinde bulunduğu durum herkesin üzerinde düşünmesi gereken demokrasi ve hukuk sorunudur.
Kimse yargılanamaz değildir ve bu konuda ne avukatlara ne de başka bir meslek grubundakilere veya pozisyondakilere imtiyaz tanınır. Ancak her insanın doğuştan sahip olduğu adil yargılanma hakkına elbette avukatlar da sahiptir. Bunun yanı sıra yargının kurucu unsuru olan savunma; herkesin hakkıdır ve avukatlık mesleği savunmadır. Dolayısıyla avukatların adil yargılanma hakkının temin edilmesi, ilk olarak adil bir hukuk düzeninin gerekliliğidir.
20 Mart 2019 tarihli celsede verilen mahkumiyet kararları ve bu kararların verilmesine yol açan yargılama süreci, ne yazık ki savunmanın karşı karşıya kaldığı tehdidi gözler önüne sermesi bakımından kaygı vericidir.
Hem yaşadıkları kanunsuzlukları protesto etmek ve seslerini duyurabilmek için hem de 24 Ocak 2019 günü Türkiye’de Avukatların Tehlikede olduğu ülke olarak ikinci kez seçilmesini dikkate alan avukat sanıklar Mahkemenin tutumuna karşı adil yargılanma hakları için 25 Ocak 2019 ‘da açlık grevine başlamışlardır.
İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki yargılama sürecinde açlık grevleri ile amaçlarının “Hukuksuzluğun deşifre edilmesi” olduğunu ve bu amaca ulaşılmış olduğu gerekçesiyle ve İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi kararı ile ortaya çıkan yeni hukuksuzlukların yeniden yaşanmaması için başta Baroların ve hukuk kurumlarının verecekleri mücadeleye olan inançlarıyla açlık grevleri sonlandırılmıştır..
TCHD olarak 13 Kasım 2012 Salı günü açlık grevleri nedeniyle kamuoyuna açıklama yapmıştık. Demiştik ki; “Türkiye’de açlık grevlerine neden olan bir hukuk düzeninin, aslında bizatihi kendisi hukuka aykırıdır.”
Aradan geçen bunca yıl sonra bu kez tutuklu avukatların açlık grevlerine tanık olduk. Yedi yıl önce yaptığımız açıklamayı tekrarlamak zorunda kalmamızdan duyduğumuz endişe ile;
“Hukuk devleti, kişi haklarını koruyan ve güvence altına alan bir hukuk düzeni kurmakla görevlidir. Demokratik hukuk devletinin sahip olduğu güç, insan temel hak ve özgürlükleriyle sınırlıdır. Çünkü “özgürlüklerimizi koruyan, biçimsel anlamda yasalar değil, haklardır”. Türkiye’de biçimsel değil gerçek bir demokrasi, bu coğrafya üzerinde yaşayan her insanın hakkıdır. Bu hakkı sağlamak, korumak, geliştirmek yasama, yürütme, yargı organları ve aslında hepimizin görevi ve sorumluluğudur.”
TÜRK CEZA HUKUKU DERNEĞİ